Beyin ve Dil (Nörolinguistik Çalışmalar)

İnsan beyninin doğum öncesi geçirdiği biyolojik ve fizyolojik süreçte oluşan ve bir tür ön hazırlık olarak adlandırabileceğimiz özelleşmiş bölgelerdeki dile ilişkin ilkeler (zihinsel dilbilgisi), doğum sonrasında destekleyici beyin yapılarının da gelişimi eşliğinde dış dünyadan gelen uyaranlar doğrultusunda işlerlik kazanmaya başlar. Sosyal süreç olarak adlandırılan bu aşamada çocuk, içine doğduğu toplumun dilini, aldığı dilsel uyaranların beynindeki özel alanlara erişip onları işler kılmasıyla edinmeye ve bir süre sonra da kullanıma dökmeye başlar. Bu durumda, dil edinimi için beyindeki biyolojik ve fizyolojik yapılanmanın gerekli ancak yeterli olmadığı sonucuna varabiliriz. Bu ön hazırlığın ya da bir başka deyişle, beyindeki dil için özelleşmiş bölgelerin işlerlik kazanabilmesi için uyaranların gelmesi gerekmektedir.

Doğum öncesi dönemde beynin gelişiminde ortaya çıkan işleyiş bozuklukları ya da sonradan oluşan hasarlara dayalı dil sisteminin işleyişini etkileyen görünümler, hem beyin sisteminin hem de dil sisteminin işleyişine ilişkin bulgular sunmaktadır.

Doğanın bilinen en karmaşık nesnesi olan insan beynini ve onun en yetkin ürünlerinden biri olan dil sistemini çözmeye çalışan farklı alanlardaki bilim insanları, inceleme konularının ancak alanlararası bir yaklaşımla ele alındığında çözümlenebileceği gerçeğine vardıklarında beyin sistemini inceleyen nörolojiyle dil sistemini inceleyen dilbilimin birlikteliğinden nörolinguistik ya da sinirdilbilim altalanı ortaya çıkmıştır.

Dil edinimi, gelişimi ve kullanımı süreçlerinde dil sisteminin işleyişinde görülen aksamaların sistemin hangi düzleminde ya da hangi bileşende, nasıl oluştuğu konusundaki dilbilimin sunduğu veriler, beyinbilimcilerin, bu süreçlerin işleyişinde beyin sisteminin nasıl işlediği/işlemediği verileriyle birleştiğinde çözüme ulaşmak artık daha kolay olmaktadır.

Dil sisteminin işleyişine ilişkin veriler aksaklıkların, düzensizliklerin giderilmesi aşamasında da, yani, sağaltım diye adlandırabileceğimiz dönemlerde de olumlu katkılar sağlamaktadır.

Aynı durum, dil ve konuşma bozuklukları alanı için de söz konusudur. Çocukların dil edinimi ve gelişimi dönemlerinde karşılaşılan aksamaların sistemin işleyişindeki temel bileşenlerin hangisinde olduğunun bilinmesi, kritik dönem içinde sorunun büyük ölçüde çözümlenebilmesine de olanak sağlayacaktır.

Dilbilimciler, dil sisteminin işleyişinde 4 temel bileşenin bulunduğunu kabul etmektedirler: Sesbilimsel, sözdizimsel, anlambilimsel ve kullanımbilimsel bileşen. Bir konuşma eyleminin gerçekleşebilmesi için beyinde seslerin kodlanması, bu seslerin sözcüklere ve tümcelere dönüşmesi gerekmektedir. Bu kodlama dilin sesbilimsel yapısını oluşturmaktadır. Konuşma sırasında, sesbilimsel yapı, konuşma seslerini seçme-birleştirme işlemiyle biraraya getirip düşünce boyutundaki kavramların imgeleri olan sözcüklere dönüştürmemizi sağlarken beyin de bu dizgeyi, ses yolu kaslarına gönderdiği komutlara dönüştürür. Konuşulanı çözümlerken de beyin, işitsel sinirlerden gelen sürekli ve içiçe verileri, hem sesler ve sözcükler arasındaki sınırları hem de sesin yavaş-hızlı, alçak-yüksek-fısıltı ayrımlarını belirleyerek algılanmasını sağlar. Sesbilimsel yapı, konuşma seslerini biraraya getirip sözcük üretiminin ilk aşamasını oluştururken sözdizimsel yapı, bu sözcüklerin doğuştan gelen zihinsel dilbilgisi kuralları çerçevesinde biraraya gelmesini ve daha büyük birimler olan öbek ve tümcelerin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Anlamlı birimlerin daha büyük anlamlı birimlere dönüşmesini olanaklı kılan sözdizimsel yapıyı oluşturan kurallar bütününün işleyişi, edinim sürecindeki çocuğun beyninde var olduğu savlanan zihinsel dilbilgisinin varlığını da kanıtlamaktadır. Dilin üçüncü bileşeni olan anlambilimsel bileşen aracılığıyla sözcüklerarası ve tümcelerarası ilişkiler kurulabilmektedir. İnsanlar, nesneler ve olaylarla ilgili bilişsel düşüncelerini, dünya bilgilerini anlatabilmek için dilsel yapılara başvurmakta, böylece, dünya bilgisi, yaşanılanlar, deneyimler, kültür öğeleri dilin anlambilimsel bileşenine yansımaktadır. Beyindeki dilin, diğer üç bileşenin çalışmasıyla oluşturduğu iletişimsel veriler, somuta dökülüp alıcı/dinleyici/okuyucu tarafından algılanma sürecine girdiğinde kullanımbilimsel bileşen de devreye girer. Bu durumda dördüncü bileşenin algılama-anlamlandırma süreciyle ilişkili olduğu söylenebilir. İletinin gönderildiği bağlam, alıcı ve vericinin artalan bilgileri, yaşantı ortaklığı olarak nitelendirilebilecek ortak deneyimleri, alıcı ve vericinin ruhsal durumları ve birbirlerinin zihinsel durumlarını anlayabilecek durumda olmaları, iletinin alımlanmasında büyük rol oynamaktadır. Çünkü bilindiği gibi, konuşma eylemi, konuşucunun amacı ve sezdirimleriyle dinleyicinin çıkarımlarının bir bileşkesidir.

Konuşma eylemi sırasında dilin bu sözünü ettiğimiz 4 bileşeni bir arada işler. Bir tümcenin üretiminde sözcükler belirli bir sözdizimsel sıralamayla dizimlenirken anlambilimsel ve sesbilimsel özellikler de tanınmakta, kullanımbilimsel veriler de devreye girmektedir. Bir başka deyişle, beyinde, dili oluşturan en küçük birimlerin yer aldığı sözlükçelerin bulunduğunu ve her üretim aşamasında zihinsel dilbilgisinin kuralları çerçevesinde bir seçme-birleştirme işleminin yaşandığını söyleyebiliriz. Sözdizimsel bileşenin kurucu, diğer bileşenlerin yorumlayıcı işlev yüklendikleri yönündeki sav, birinin diğerinden daha az önemli olduğunu değil, bütünün ortaya konabilmesi için tüm bileşenlerin birbirleriyle bağlantılı biçimde eksiksiz çalışması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu bileşenlerden birinde ya da bileşenler arasındaki bağlantıda yaşanan sorunların, sistemin bütününün işleyişini aksattığını araştırmalar göstermektedir

Bu bağlamda sizlerle Dilbilim bölümünde ortaya konmuş birkaç çalışmanın bulgularını paylaşmak istiyorum. Doğuştan ya da sonradan oluşan travmalarla kendini gösteren beyin işleyişindeki aksamaların dil sistemindeki görünümlerini belirlemek amacıyla yapılan araştırmalarda en çok zorlanılan konunun veri toplama olduğunu belirtmek gerekir. Kimi zaman hastaların iletişim kurmak istememelerinden kimi zaman da hastalarla görüşülmesini istemeyen kurumlardan kaynaklanan sorunlar olabildiğince aşılmaya çalışılmaktadır.